20 Mayıs 2016 Cuma

Sinan ile Termitler

Sinan ile Termitler

Güneşli bir pazar günüydü. Sinan, öğretmeni ve sınıf arkadaşlarıyla birlikte piknik yapmak için ormana gitmişti.
Sinan ve arkadaşları saklambaç oynamaya başlamışlardı.
Tam o sırada Sinan, “dikkat et!” diye bir ses duydu. Sinan sesin nereden geldiğini anlayamadan sağa sola bakınmaya başladı. Ama etrafında hiç kimse yoktu.
Sonra yine aynı sesi duydu. Bu sefer ses “Ben burada, aşağıdayım” dedi.
Sinan ayağının hemen yanında karıncaya benzer bir canlı fark etti.
Sinan:  Sen kimsin?
Termit: Ben bir termitim.
termit
Sinan: Termit isminde bir canlı olduğunu hiç duymamıştım. Peki sen tek başına mı yaşıyorsun?
Termit: Hayır biz çok büyük gruplar halinde, büyük yuvalarda yaşarız. İstersen bunlardan birini sana gösterebilirim.
Termitin gösterdiği şey pencereleri olan yüksek bir binaya benziyordu.
Sinan: Bu nedir?
Termit: İşte burası bizim evimiz. Biz bu evleri kendimiz yapıyoruz.
Sinan: Ama sen küçücüksün. Eğer arkadaşların da senin gibiyse nasıl böyle bir yer yapabilirsiniz.
Termit: Şaşırmakta çok haklısın Sinan. Gerçekten de bizim gibi küçük canlıların böyle yerler yapması çok şaşırtıcı bir şey. Ama unutma, bu hepimizin yaratıcısı olan Allah için çok kolay bir iştir.
Bir de Sinan, evlerimizin yüksek olmaktan başka bir çok özelliği vardır. Örneğin biz yaşadığımız bu yerlere özel çocuk odaları, mantar üretme bölümleri ve kraliçe odası yaparız. Dahası, evlerimize havalandırma sistemi yapmayı da ihmal etmeyiz. Böylece, yuvamızın içindeki nem ve sıcaklığı dengeleriz.  Bir de unutmadan ekleyeyim; bizim gözlerimiz görmez, Sinan.
Sinan: Böylesine küçük ve gözleri görmeyen canlılar olduğunuz halde insanların yaptığı yüksek binalara benzer yerler yapıyorsunuz demek. Peki ama bütün bunları yapmayı nasıl başarıyorsunuz?
Termit: Daha önce söylediğim gibi, bize bütün bu olağanüstü yetenekleri veren Allah’tır. O bizi bütün bunları yapabilecek şekilde yaratmıştır. Şimdi Sinan, artık yuvama dönüp arkadaşlarıma yardımcı olmam lazım.
Sinan: Tamam, ben de bir an evvel gidip öğretmenime ve arkadaşlarıma sizler hakkında öğrendiklerimi anlatmak istiyorum.
Termit: Peki, Sinan hoşçakal. Yeniden görüşmek üzere.

Cem ile Renkli Kelebekler

Cem ile Renkli Kelebekler

Cem hafta sonu tatilinde dedesini ziyarete gitmişti. İki gün çok çabuk geçmiş ve babası onu almak için gelmişti. Cem çoktan dedesiyle vedalaşıp, arabanın koltuğunda yerini almıştı. Babasının eşyaları taşımasını beklerken, camdan dışarıyı seyrediyordu. Biraz ilerideki çiçeğin üstünden bir kelebek havalandı ve arabanın camına kondu.
kelebek
Kelebek: Artık evine dönüyorsun demek Cem?
kelebek
Cem: Sen beni tanıyor musun?
Kelebek: Tabii. Dedenin komşularına seni anlattığını duymuştum.
Cem: Neden daha önce gelmedin yanıma.
Kelebek: Gelemedim, çünkü ben bahçedeki ağacın üzerinde bir kozanın içindeydim.
Cem: Koza mı? O da nedir?
Kelebek: Biz kelebekler yumurtadan minik birer tırtıl olarak çıkarız. Yaprakları kemirerek besleniriz. Sonra vücudumuzdan salgılanan bir sıvıyı iplik gibi kullanarak etrafımızı sararız. Ördüğümüz bu pakete “koza” denir. O paketin içinde bir süre büyümek için bekleriz. Uyanıp kozadan çıktığımızda artık renkli kanatlarımız vardır. Hayatımızın bundan sonraki bölümünü uçarak ve çiçek özleriyle beslenerek geçiririz.
Cem: Yani bütün o renkli kelebekler küçükken kanadı bile olmayan birer tırtıl mıydı?
Kelebek: Şu dalın üstündeki yeşil tırtılı görüyor musun?
Gerçekten  hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır...
(Müminun Suresi, 21)
Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek- korkar’.
Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
(Fatır Suresi, 27-28)
Cem: Evet gördüm, iştahla bir yaprak kemiriyor.
kelebek
Kelebek: İşte o benim küçük kardeşim. Bir süre sonra o da kozasını örecek ve bir gün benim gibi kelebek olacak.
Cem: Bu değişimi nasıl planlıyorsunuz? Yani yumurtadan ne zaman çıkacağınızı, ne kadar süre tırtıl olarak kalacağınızı, kozayı örmek için ipliği nasıl üreteceginizi?
Kelebek: Bunların hiçbirini biz planlamıyoruz. Allah neyi, ne zaman yapmamız gerektiğini bize öğretmiştir. Biz de ancak Rabbimiz’in dilediği şekilde hareket ediyoruz.
kelebek
Cem: Üstelik desenleriniz çok güzel. Hiçbir kelebeğin deseni, bir başkasına benzemiyor. Rengarenk ve göz alıcı.
Kelebek: Bu da Allah’ın eşsiz sanatının bir delilidir. Her birimizi ayrı ayrı, en güzel şekilde yaratmıştır.
Cem: Allah’ın yarattığı güzellikleri görmemek imkansız. Etrafımız sayısız örnekle dolu.
Kelebek: Haklısın Cem, bunun için Allah’ı çok yüceltmemiz gerekir.
Cem: Babam geliyor, yola çıkacağız. Tanıştığımıza sevindim, haftaya geldiğimde yine konuşalım olur mu?
Kelebek: Tabii olur, iyi yolculuklar.

Ağaçkakan ve Serhat

Ağaçkakan ve Serhat

Serhat, o pazar babasıyla birlikte ormana yürüyüşe çıkmıştı. Bir yandan ormanda yürürken bir yandan da ağaçların ve doğanın ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Derken babasının bir arkadaşıyla karşılaştılar. Babası arkadaşıyla sohbete daldığı sırada, bir ses Serhat’ın dikkatini çekti:
ağaçkakan
Tık tık tık tık tık tık….
Bu ses ağaçtan geliyordu. Serhat sesin sahibine doğru yürüdü ve sordu:
Serhat: Niçin gaganı ağaca vuruyorsun?
Ağaçkakan: Biz ağaçkakanlar, ağaçları delerek kendimize yuva yaparız. Bazen bu ağaç oyuklarında besinlerimizi depolarız. Bu açtığım birinci oyuk. Bunun gibi daha yüzlerce oyuk açacağım.
Serhat: Peki  bu kadar küçük bir yere besinlerini nasıl sığdıracaksın?
Ağaçkakan: Ağaçkakanların çoğu meşe palamuduyla beslenirler ve meşe palamutları küçük olur. Ağacın üzerinde açtığım oyukların her birinin içine bir tane meşe palamudu koyacağım. O zaman bana yetecek kadar besin depolamış olurum.
Serhat: Ama böyle tek tek uğraşmak yerine büyük bir oyuk açıp onun içine de besinlerini koyabilirdin.
Ağaçkakan: Bu şekilde yapsaydım o zaman diğer kuşlar gelip benim besin depomu rahatlıkla bulurlardı ve meşe palamutlarını da alabilirlerdi. Ama benim açtığım bu oyukların her birinin büyüklüğü birbirinden farklı. Ben de bulduğum meşe palamutlarını oyuklara yerleştirirken onların büyüklüklerine göre yerleştiriyorum. Yani oyuğun büyüklüğü ne kadarsa palamudun büyüklüğü de o kadar oluyor. Böylece meşe palamudu oyuğun içine sıkışıyor. Allah benim gagamı, bu palamudu rahatlıkla oyuktan çıkarmaya uygun olarak yarattığı için ben hiçbir sıkıntı duymadan palamutları ağaçtan alabiliyorum. Ama başka kuşlar bunu yapamıyorlar. Böylece benim besinlerim de güvende oluyor. Tabi ben bunları düşünüp bulacak akla sahip değilim, sadece bir ağaçkakanım. Bunları bana Allah yaptırıyor. Besinlerimi nasıl saklayacağımı bana öğreten de gagamı bu işe uygun olarak yaratan Allah’tır. Aslında sadece ben değil, bütün canlılar yaptıkları herşeyi Allah onlara öğrettiği için yapabilirler.
ağaçkakan
Serhat: Haklısın. Bana verdiğin bilgiler için sana teşekkür ederim. Allah’ın ne kadar büyük bir gücü olduğunu bir kez daha hatırlamış oldum.
Serhat küçük arkadaşına veda ederek babasının yanına döndü, her nereye baksa Allah’ın başka bir mucizesini görmekten dolayı çok mutluydu.
Sıcak havalarda vapur yolculuğu yaparken Hakan’ın en sevdiği şey dışarıda oturmaktı. Bu sayede denize daha yakın oluyor, etrafı daha rahat seyredebiliyordu. Bir gün yine Hakan annesiyle vapura binmişti. Hemen dışarıdaki sıralara oturdu. Hakan bu yolculukta yalnız olmadıklarını fark etti. Bir grup martı da vapurla yarışırcasına onları takip ediyordu. Martılar dans eder gibi havada uçarken bir yandan da yolcuların attıkları simit parçalarını kapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.
Martılardan bir tanesi yavaşça süzülüp, Hakan’ın yanındaki sıraya kondu.
Martı: Nasıl havada dansımızı beğendin mi? İlgiyle bizi izliyordun, adın nedir?
Hakan: Adım Hakan. Gerçekten de uçuşunuzu beğeniyle seyrediyorum. Kanatlarınızı hiç çırpmadan havada kalabildiğinizi gördüm. Bunu nasıl yapıyorsunuz?
Martı: Biz martılar rüzgarın hareket yönüne doğru kendimizi ayarlarız. Rüzgar çok hafif olsa da dik dalgalar sürekli havayı itip kaldırırlar. Biz de bu hava hareketinden faydalanır ve bir kere bile kanat çırpmadan uzun mesafeler boyunca yolculuk yapabiliriz.
Denizden havalanırken yükselen hava kütlesinin içinde ileri geri sürükleniriz. İşte bu, hava akımlarının kanatlarımızın altından akmasını sağlar ve çok fazla enerji harcamadan havada kalabiliriz.
Hakan: Kanat çırpmadığınız zaman da havada asılıymış gibi durduğunuzu gördüm. Demek bunları hep rüzgarın yönüne göre hareket ederek yapıyorsunuz. Peki rüzgarın şiddetini, nereden eseceğini nasıl hesaplıyorsunuz?
Martı: Bizim bunları kendi bilgimizle yapmamız mümkün değil. Allah, bizi yaratırken nasıl uçacağımızı, enerjimizi dikkatli harcayarak havada nasıl süzüleceğimizi öğretmiştir.
Bunlar Allah’ın varlığını ve gücünü anlayabilmemiz için verilmiş örneklerdir.
Hakan: Evet, sanki bir ip sizi tutuyormuş gibi havada asılı duruyorsunuz. Bunu yapabilmek için çok iyi matematik bilmek, ince hesaplar yapmak gerekirdi herhalde. Ama siz hiç zorluk çekmeden ilk uçtuğunuz andan itibaren bunu yapabiliyorsunuz.
Martı: Rabbimiz her canlıya yapması gerekenleri ilham etmiştir. Hepimiz emredildiğimiz işi yaparız. Allah’ın herşeyi kuşatıp, kontrolü altında tuttuğunu sakın unutma. O herşeyin sahibidir. Kuran’da bununla ilgili birçok ayet bulabilirsin. Vapur iskeleye yanaşmak üzere, ben de arkadaşlarımın yanına uçayım. Tekrar görüşmek üzere...
Hakan eve gidince Kuran’da, Allah’ın canlıları kontrolü altında tutmasıyla ilgili bir ayet aradı ve Hud Suresi’nde bulduğu ayeti hemen ezberledi:
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)
Sevgili çocuklar, Megapod kuşlarında yavruların bakımıyla neredeyse tamamen erkek kuşlar ilgilenir.  Önce anne kuşun yumurtlaması için kocaman bir çukur kazarlar. Anne kuş yumurtladıktan sonra erkek kuşun yavruları için yuvayı belli bir sıcaklıkta tutması gerekir. Bu sıcaklık 33 derecedir.
Erkek kuş yuvanın sıcaklığını ölçmek için gagasını yuvanın üzerindeki kuma batırarak sanki bir termometreymiş gibi kullanır. Kuş bu ölçme işlemini sık sık tekrarlar. Eğer yuvanın ısısı yükselirse, hemen ısıyı düşürmek için yuvada havalandırma delikleri açar. Ayrıca kuşun gagası o kadar hassas bir termometredir ki, biri gidip yuvanın üzerine bir avuç toprak atsa ve ısı azıcık yükselse bile, kuş bunu fark edebilir. Ancak bir termometrenin yapabileceği bu işlemi, Megapod kuşu yüzyıllardır kusursuz şekilde uygular.
Çünkü yaptığı herşeyi ona Allah öğretmiştir ve gagasını da bir termometre hassaslığında yaratan üstün güç sahibi olan Allah’tır.

Hakan ile Martı

Hakan ile Martı

Sıcak havalarda vapur yolculuğu yaparken Hakan’ın en sevdiği şey dışarıda oturmaktı. Bu sayede denize daha yakın oluyor, etrafı daha rahat seyredebiliyordu. Bir gün yine Hakan annesiyle vapura binmişti. Hemen dışarıdaki sıralara oturdu. Hakan bu yolculukta yalnız olmadıklarını fark etti. Bir grup martı da vapurla yarışırcasına onları takip ediyordu. Martılar dans eder gibi havada uçarken bir yandan da yolcuların attıkları simit parçalarını kapmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.
martı
Martılardan bir tanesi yavaşça süzülüp, Hakan’ın yanındaki sıraya kondu.
Martı: Nasıl havada dansımızı beğendin mi? İlgiyle bizi izliyordun, adın nedir?
Hakan: Adım Hakan. Gerçekten de uçuşunuzu beğeniyle seyrediyorum. Kanatlarınızı hiç çırpmadan havada kalabildiğinizi gördüm. Bunu nasıl yapıyorsunuz?
Martı: Biz martılar rüzgarın hareket yönüne doğru kendimizi ayarlarız. Rüzgar çok hafif olsa da dik dalgalar sürekli havayı itip kaldırırlar. Biz de bu hava hareketinden faydalanır ve bir kere bile kanat çırpmadan uzun mesafeler boyunca yolculuk yapabiliriz.
Denizden havalanırken yükselen hava kütlesinin içinde ileri geri sürükleniriz. İşte bu, hava akımlarının kanatlarımızın altından akmasını sağlar ve çok fazla enerji harcamadan havada kalabiliriz.
Hakan: Kanat çırpmadığınız zaman da havada asılıymış gibi durduğunuzu gördüm. Demek bunları hep rüzgarın yönüne göre hareket ederek yapıyorsunuz. Peki rüzgarın şiddetini, nereden eseceğini nasıl hesaplıyorsunuz?
Martı: Bizim bunları kendi bilgimizle yapmamız mümkün değil. Allah, bizi yaratırken nasıl uçacağımızı, enerjimizi dikkatli harcayarak havada nasıl süzüleceğimizi öğretmiştir.
martı
Bunlar Allah’ın varlığını ve gücünü anlayabilmemiz için verilmiş örneklerdir.
Hakan: Evet, sanki bir ip sizi tutuyormuş gibi havada asılı duruyorsunuz. Bunu yapabilmek için çok iyi matematik bilmek, ince hesaplar yapmak gerekirdi herhalde. Ama siz hiç zorluk çekmeden ilk uçtuğunuz andan itibaren bunu yapabiliyorsunuz.
Martı: Rabbimiz her canlıya yapması gerekenleri ilham etmiştir. Hepimiz emredildiğimiz işi yaparız. Allah’ın herşeyi kuşatıp, kontrolü altında tuttuğunu sakın unutma. O herşeyin sahibidir. Kuran’da bununla ilgili birçok ayet bulabilirsin. Vapur iskeleye yanaşmak üzere, ben de arkadaşlarımın yanına uçayım. Tekrar görüşmek üzere...
Hakan eve gidince Kuran’da, Allah’ın canlıları kontrolü altında tutmasıyla ilgili bir ayet aradı ve Hud Suresi’nde bulduğu ayeti hemen ezberledi:
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)"(Hud Suresi, 56)
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)

Megapod Kuşları

Sevgili çocuklar, Megapod kuşlarında yavruların bakımıyla neredeyse tamamen erkek kuşlar ilgilenir. Önce anne kuşun yumurtlaması için kocaman bir çukur kazarlar. Anne kuş yumurtladıktan sonra erkek kuşun yavruları için yuvayı belli bir sıcaklıkta tutması gerekir. Bu sıcaklık 33 derecedir.
Erkek kuş yuvanın sıcaklığını ölçmek için gagasını yuvanın üzerindeki kuma batırarak sanki bir termometreymiş gibi kullanır. Kuş bu ölçme işlemini sık sık tekrarlar. Eğer yuvanın ısısı yükselirse, hemen ısıyı düşürmek için yuvada havalandırma delikleri açar. Ayrıca kuşun gagası o kadar hassas bir termometredir ki, biri gidip yuvanın üzerine bir avuç toprak atsa ve ısı azıcık yükselse bile, kuş bunu fark edebilir. Ancak bir termometrenin yapabileceği bu işlemi, Megapod kuşu yüzyıllardır kusursuz şekilde uygular.
Çünkü yaptığı herşeyi ona Allah öğretmiştir ve gagasını da bir termometre hassaslığında yaratan üstün güç sahibi olan Allah’tır.

Serdar ile Ateş Böceği

Serdar ile Ateş Böceği

Serdar ve ailesi yaz akşamları yemeklerini evlerinin bahçelerinde yerlerdi. Yine bir yaz akşamı Serdar masadan kalkarken, birden bahçenin kenarındaki ağaçların arasında yanıp sönen bir ışık gördü. Ağaçların yanına gidince bunun bir böcek olduğunu fark etti. Ama bu böcek gündüz gördüğü böceklerden çok farklıydı, ışıklar saçarak uçuyordu.
ateşböceği
Ateş Böceği: Görüyorum ki seni çok şaşırttım, uzun zamandır beni izliyorsun. Benim adım ateş böceği, seninki nedir?
Serdar: Benim adım Serdar. Evet doğrusu daha önce hiç yanıp sönen bir böcekle karşılaşmamıştım. Vücudunuzdan sarı yeşil renkte ışıklar çıkıyor. Bir keresinde yanan bir ampule dokunduğumda elimin yandığını hatırlıyorum. Peki bu ışığın çıkması sizin vücudunuza zarar vermiyor mu?
Ateş Böceği: Haklısın Serdar, lambalar ışık verirken ısınırlar. Ampuller, elektrik enerjisini kullanarak ışık üretirlerken bu enerjinin bir kısmı da ısıya dönüşür. Bu da ampulün ısınmasına sebep olur. Ama biz vücudumuzdaki ışık için dışarıdan enerji almayız.
Serdar: Öyleyse bu sizin ısınmadığınız anlamına mı geliyor?
Ateş Böceği: Doğru bildin. Biz enerjimizi kendimiz üretiriz ve bu enerjiyi çok dikkatli kullanırız. Bu sayede hem enerjimizin bir kısmı boşa harcanmış olmaz, hem de vücudumuza zarar verecek bir ısı açığa çıkmaz.
Serdar: Bu çok iyi düşünülmüş bir sistem…
tavşan
Ateş Böceği:  Evet, Allah bizi yaratırken ihtiyacımız olan herşeyi en güzel şekilde planlamış. Uçarken çok sayıda ve hızlı kanat çırpıyoruz. Tabii bu çok enerji gerektiren bir iş. Ama ışığımız enerjimizi çok harcamadığı için bir sorun yaşamıyoruz.
Serdar: Işığınız size ne fayda sağlıyor?
Ateş Böceği: Biz bunu hem kendi aramızda haberleşmek hem de kendimizi savunmak için kullanıyoruz. Birbirimize bir şey anlatmak istediğimizde ışığımızı titreştirerek konuşuyoruz. Bazen
de düşmanlarımızı korkutup, kendimizden uzak tutuyoruz.
Serdar: Yani ihtiyacınız olan herşey vücudunuzun içinde sizin için hazır ve sizin yorulmanıza hiç gerek kalmıyor.
Ateş Böceği: Bilim  adamları çok çalışmalarına rağmen bizim sahip olduğumuz gibi bir sistem geliştirememişlerdir.
mantar
Daha önce de söylediğim gibi Allah, diğer canlılarda olduğu gibi bizi de en güzel ve ihtiyacımıza en uygun şekilde yaratmıştır. 
Serdar: Teşekkür ederim. Bana çok güzel şeyler anlattın. Bu anlattıklarından sonra geçen gün okuduğum “Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?” (Nahl Suresi, 17)ayetini şimdi daha iyi kavrayabiliyorum. Allah’ın yarattığı tüm canlılar bizim üzerinde düşünüp, öğüt almamız için çeşitli örneklerle dolu!
Ateş Böceği: Evet Serdar, bütün canlılar Allah’ın üstün yaratma sanatının birer delilidir. Artık baktığın herşeyde bunu sen de görebilirsin. Artık gitmeliyim, konuştuklarımızı unutma.
Serdar: Seni tanıdığıma sevindim, tekrar görüşmek üzere...
Serdar eve girerken bir yandan ateş böceğindeki üstün tasarımı düşünüyor, diğer yandan da onunla yaptığı konuşmayı ailesine anlatmak için sabırsızlanıyordu...
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Kızıldeniz iki büyük çöl arasında kalan bir denizdir. Kızıldeniz'e hiçbir nehir ya da başka bir tatlı su boşalmaz, yani buraya hiçbir yerden oksijen ya da nitrojen ulaşımı yoktur. Normal şartlarda bu denizin verimsiz ve çevrildiği karalar gibi bir çöl olması gerekirken, Kızıldeniz'de tüm mercan çeşitleri bulunur. Zor şartlara rağmen burada yaşamayı başaran mercanların bu başarısı, alg isimli bitkiye benzer bir canlıyla yaptıkları "ortak bir yaşam" ile gerçekleşir. Alg, mercan iskeletinin arasında düşmanlarından korunarak güneş ışığıyla fotosentez yapar. Bu iki canlının uyumlu yaşamları Allah’ın üstün yaratışının delilidir.

Bora ile Yeşil Kurbağa

Bora ile Yeşil Kurbağa

Hafta sonu Bora, babasıyla birlikte balık tutmak için göle gitmişti. Babası oltalarını hazırlarken, Bora da biraz etrafı gezmek için babasından izin istedi. Babası çok uzaklaşmaması şartıyla Bora’nın bu isteğini kabul etti.
kurbağ
Bora suyun kenarındaki çalılıkların arasında dolaşmaya başladı. Birdenbire dalların arasından bir kurbağa zıplayıp tam önündeki taşın üstüne kondu.
Kurbağa: Az kalsın üstüme basacaktın.
Bora: Rengin yapraklarla o kadar benzer ki, seni fark edemedim küçük kurbağa. Adım Bora, ben de etrafı gezmeye çıkmıştım.
Kurbağa: Memnun oldum Bora. Beni fark edememen  çok normal. Ben bu çalıların arasında yaşıyorum ve rengim de bu yapraklarla uyumlu. Böylece düşmanlarım da aynı senin gibi beni fark edemiyorlar. Rahatça saklanabiliyorum.
Bora: Peki yine de seni görürlerse, o zaman ne yapıyorsun?
Kurbağa: Dikkatli bakarsan parmaklarımın arasında perde olduğunu görürsün. Zıplarken parmaklarımı açıyorum, böylece havada süzülebiliyorum. Bazen bu uçuşum 12 metreyi bile bulabiliyor.
Bora: Ya inmek istediğinde?
kurbağa
Kurbağa: Bacaklarımı kullanarak uçuşuma yön verebiliyorum. İnişimi yavaşlatmak için ayaklarımdaki perdeleri bir paraşüt gibi kullanıyorum.
Bora: Çok ilginç, daha önce kurbağaların uçabildiğini hiç duymamıştım.
Kurbağa: Bizim bazı türlerimiz yüzebildiği kadar uçabilirler de. Bu, Rabbimiz’in bize verdiği bir nimettir. Allah bizim renklerimizi de yaşadığımız ortama kamufle olacağımız şekilde yaratmıştır. Bu sayede yaşamımızı sürdürebiliriz. Allah bizi böyle yaratmasaydı kısa sürede başka canlılar tarafından avlanırdık.
Bora: Sizin parmaklarınızın arasında perde olması uzun zıplayışlar yapabilmeniz için gerekli. Benim ihtiyacım olmadığı için bende bulunmuyor. Çünkü her canlının ihtiyacı farklı, öyle değil mi?
Kurbağa: Evet doğrusu çok güzel anlattın.
Bora: Allah yaşamımızı kolaylaştırmak için bizi en güzel şekilde yaratmıştır. Bunun için O’na çok şükretmeliyiz.
Kurbağa: Haklısın Bora, Rabbimiz her canlıyı yaşadığı ortama uygun yaratmıştır. Bizim her ihtiyacımızı, bize daha doğarken vermiştir.
Bora: Evet. Şimdi sevgili küçük kurbağa benim gitmem gerekiyor. Yoksa babam beni merak edecek. Seninle konuşmak çok güzeldi, tekrar buraya gelirsem yine seni ziyaret ederim.
Kurbağa: Tamam, çok memnun olurum. Güle güle Bora…
Bora: Hoşçakal.

Kurbağaların Perde Ayakları

Allah’ın yarattığı dikkat çekici canlılardan bir tanesi de balta girmemiş ormanlarda yaşayan bir kurbağa türüdür. Zayıf bacakları ve parmaklarının arasında perde olan bu küçük ağaç kurbağasının en önemli özelliği, perdeli ayaklarını kullanıp süzülerek uçabilmesidir. Ağaçların üstünden uçarken, inişini yavaşlatmak istediğinde ayaklarını 4 adet paraşüt gibi kullanır. Ayak parmakları arasındaki ağları genişleterek, vücut yüzeyini neredeyse iki katına çıkartır. Uçan kurbağalar bir ağacın üzerine inmeden önce 12 metre kadar havada süzülebilirler. Hatta, bacaklarını hareket ettirerek ve perde ayaklarının şeklini değiştirerek yönlerini de ayarlayabilirler.
kurbağa

Serkan ile Uzun Bacaklı Leylek

Serkan ile Uzun Bacaklı Leylek

Serkan neşeli ve çok zeki bir çocuktu. Kuşlara karşı çok büyük ilgisi olan Serkan, bütün kuşları yakından tanımak isterdi. Evinde de kuş besleyen Serkan, sonra onları serbest bırakırdı. Onların özgürce yaşamalarından büyük memnunluk duyardı. Bahar aylarıydı. Serkan bir gün havada sürü halinde uçuçan uzun bacaklı kuşlar gördü ve hemen evin terasına çıkarak onları yakından görmek istedi. Terasa çıktığında  bu kuşlardan ikisinin evlerinin bacasına konduğunu gördü ve çok sevindi. Ardından onlara el sallayarak seslendi.
Serkan: Merhaba sevgili kuşlar, ben Serkan, sizinle tanışabilir miyiz?
Leylek: Merhaba Serkan. Umarım buraya konarak sizi rahatsız etmemişizdir. Biz de seninle tanışıp konuşmayı çok isteriz.
leylek
Serkan: Ben bütün kuşları çok ama çok severim. Sizi tanımam için bana biraz kendinizden bahseder misiniz?
Leylek: Tabii ki. Biz leylekler, 1-1,5 metre boylarında, büyük bembeyaz kanatları, uzun siyah kuyrukları olan,  göçmen kuşlarız. Gagalarımızın ve uzun bacaklarımızın kırmızı olması bize doğal olarak sevimli bir hava kazandırır.
Serkan: Gerçekten çok sevimli kuşlarsınız!
Leylek: İnsanların en çok dikkatini çeken özelliğimiz ise uçuş biçimlerimizdir. Gagalarımızı ileri, bacaklarımızı geriye doğru uzatarak uçarız. Bu estetik uçuş şeklimiz, bize havayı yararak çok daha hızlı uçabilme imkanı sağlar.
Serkan: Peki şu anki yolculuğunuz nereye acaba?
Leylek: Biz her yıl kalabalık sürüler halinde göç ederiz, Serkan. Çünkü biz soğuk bölgelerde yaşayamayız. Biz bu göçümüzle insanlara yazın sıcak günlerinin müjdesini vermiş oluruz. Yaz mevsiminde Avrupa'dan Kuzey Afrika'ya, Türkiye'den Japonya'ya kadar uzanan ılıman alanda yaşamımızı sürdürürüz. Havalar soğumaya başlamadan Güney yarımküreye, tropikal Afrika'ya ve Hindistan'a göç ederiz.
leylek
Serkan: Peki havaların ısınmaya başladığını nereden anlıyorsunuz siz?
leylek
Leylek: Gerçekten çok güzel bir soru sordun. Bunun sebebi elbette ki, Allah’ın bize bunu öğretmesidir. Hepimiz aynı anda sıcak ülkelere göç etmemiz gerektiğini hissederiz, Allah bunu bize hissettirir. Bize göç yollarımızı gösteren ve tekrar bahar geldiğinde de binlerce kilometre yolu geri dönüp eski yuvalarımızı bulmamızı sağlayan, ilhamıyla bize bunları öğreten Allah’tır.
Serkan: Hakikaten o kadar uzak mesafeleri gidip dönmeniz ve sanki elinizde bir pusula varmış gibi, eski yuvalarınızı hiç şaşırmadan bulmanız çok ilginç.
Leylek: Tabii ki bu denli güçlü bir hafıza ve böyle muhteşem bir yön bulma duygusunu bize veren Allah’ın üstün yaratması sayesinde olur tüm bunlar.
Serkan: Siz insanlara yakın olan hayvanlarsınız öyle değil mi?
Leylek: Evet yuvalarımızı insanların oturdukları evlerin çatılwarına da yaparız. Ayrıca yuvalarımızı ağaçların, bacaların tepelerine inşa ederiz...
Bizim yavaş yavaş yola çıkmamız lazım, Serkan.
Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.(Enam Suresi, 38)

Emre ve Fok Balığı

Emre ve Fok Balığı

Emre okuldan dönmüş okuldan dönmüş televizyon seyrediyordu. Açık olan televizyon kanalında bir belgesel vardı. Emre gerçek hayatta hiç görmediği canlıları belgesellerde seyretmeyi çok seviyordu. Bu seferki program fok balıkları hakkındaydı. Emre dikkatle seyretmeye başladı.
Fakat birden üşüdüğünü hissetti. Etrafına şöyle bir bakındı. Hemen yanında az önce televizyonda gördüğü sevimli fok balığı duruyordu!  Emre onun yanına gel mişti!
Emre: Merhaba! Burası çok soğuk sen üşümüyor musun?
fok
Fok: Sen buralarda yenisin galiba! Burası hep soğuktur. Baharda bile hava en sıcak –5 derecedir. Tam da bana göre. Çünkü biz foklar soğuğu çok severiz. Ayrıca hiç üşümeyiz. Nasıl mı? Yüce Allah’ın bize bağışladığı bu muhteşem giysimiz,  yani kürklerimiz sayesinde! Tabii vücut yağlarımız da soğuktan bizi korur.
fok
Emre:  Şu ilerideki annen mi? Sanırım seni arıyor, bir seslen istersen...
Fok: Biz foklar kalabalık sürüler halinde yaşarız ve evet birbirimize çok benzeriz. Ama annemiz hiçbirimizi bir diğerimizle karıştırmaz. Bu Allah’ın annelerimize ilham ettiği bir yetenekle olur. Doğar doğmaz anne yavrusuna bir tanışma öpücüğü verir. Bu öpücük sayesinde yavrusunun kokusunu tanır ve onu bir daha asla başka bir yavruyla karıştırmaz. Allah’ın sayısız nimetinden biridir bu bizim için. Annemize bu kalabalık yaşantımızda bizleri ayırt edebilme yeteneği verdiği için yüce Rabbimiz’e  şükrediyoruz.
Emre: Bildiğim kadarıyla hayatınızın büyük kısmı sularda geçiyor. Peki yüzmeyi nasıl öğrendin sen?
fok
Fok: Allah hepimizi yaşadığımız koşullara uygun ve hazırlıklı yaratıyor. Nasıl ki bir deveyi çölün yaşam şartlarına uygun yaratmışsa, beni de bu soğuk ülkenin koşullarına uyumlu yaratmış. Allah’ın dilemesiyle, doğduğumuzda vücudumuz bebek yağı denilen bir yağla kaplı olur. Küçük vücudumuz bu yağ sayesinde sıcak kalır. Ve yine bu yağ tabakası, sudan daha hafif olduğu için, annemiz bize yüzmeyi öğretirken bir “can simidi” görevi görür. İki hafta süren yüzme derslerinden sonra artık başarılı birer yüzücü ve dalgıç haline geliriz.
Emre: Allah yüzmeyi öğrenmeniz için vücudunuzda size özel bir can simidi yaratmış! Ne muhteşem!
Fok: Haklısın, eksiksizce yarattığı her varlık Allah’ın herşeye kadir olduğunun bir delilidir.
Tam o sırada Emre, annesinin yanağına kondurduğu sıcacık bir öpücükle uyandı. Televizyondaki belgesel devam etmekteydi. Emre az önce gördüğü rüyayı anımsadı ve ekrandaki fok balığına bakarak gülümsedi.
... Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp bitirmeye güç yetiremezsiniz...(İbrahim Suresi, 34)
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması
O’nun ayetlerindendir...
(Şura Suresi, 29)

Dayanıklı Foklar

Deniz suyu özellikle derinlerde çok serindir. Bu nedenle Allah soğuk sularda yaşayan fokları, derilerinin altında bulunan kalın bir yağ tabakasıyla yaratmıştır. Bu tabaka fokların vücut ısısının çok çabuk kaybolmasını önlemeye yarar. Fokların ilginç özelliklerinden başka bir tanesi de dişi fokların bilinen en zengin, en besleyici sütü üretmeleridir. Bu süt zorlu koşullarda yetişen yavruların çok süratli büyümelerini sağlar.
fok

Emre ve Bukalemun

Emre ve Bukalemun

Okul gezisine katılan Emre arkadaşlarından ayrılıp çalıların arasında gezinmeye başlamıştı. Tam bir ağaca yaslanıp dinlenecekken yerdeki ağaç kütüğünden  bir ses geldi.
bukelamun
Bukalemun: Merhaba Emre, çok mu yoruldun?
Emre kulaklarına inanamadı. Ağaç kütüğüne dikkatlice bakınca, üzerinde duran, bu kütükle  aynı renklerde, ondan zorlukla ayırt edilebilen bir hayvan fark etti.
Emre: Sen de kimsin? Seni fark etmekte çok zorlandım, renklerin üzerinde durduğun ağaç kütüğünün renkleriyle aynı!
Bukalemun: Ben bir bukalemunum. Kendimi tehlikelere karşı korumak için üzerinde bulunduğum cismin renklerine bürünürüm.
Emre: Bu muhteşem bir şey, nasıl başarıyorsun bunu?
Bukalemun: Derimde “kromatofor” denilen özel bir renk maddesi var. Bu madde sayesinde bulunduğum ortama renk uyumu sağlarım. Sinir sistemimdeki salgılar ve pigmentlerimin dağılıp toplanmasıyla bu renk değişimi oluşur. Böylece çok ağır hareket etmeme rağmen bulunduğum ortamlarda fark edilmeden güvenli bir şekilde yaşamımı sürdürebilirim. Tabii bu özelliği bana herşeye rızkını veren yüce Allah vermiştir.
Emre: Renk değiştirme özelliğini biraz daha anlatır mısın?
Bukalemun: Gün ışığında yapraklı bir dalda otururken, etraflarındaki çalılıkların gölgesine benzer şekilde siyah ve kahverengi lekelere yeşil olurum. Karanlıkta ise tamamen siyah olurum. Bütün bu renk değişimlerini 15 dakika içinde gerçekleştiririm. Bir de kızdığım zamanlarda üzerimde diğer hayvanlara uyarı olacak şekilde koyu turuncu benekler, koyu kırmızı lekeler oluşur.
güneş - ördekler
Emre: Bu gerçekten inanılmaz... Başka ne gibi özelliklerin var, çok merak ediyorum?
Bukalemun: Gözlerim diğer tüm organlarımdan bağımsız hareket eder. Gözlerimle 180 derecelik bir açıyla öne arkaya veya tam aşağıya bakabilirim. Tabii Allah dilemese ben bu özelliklerin hiçbirine sahip olamazdım. Allah beni yaratmış ve hayatta kalmam için bana gerekli tüm özellikleri vermiştir.
Emre: Gözlerini seçebilmekte zorlanıyorum...
Bukalemun: Gözlerimin düşmanların dikkatini çekmemesi için  Allah gözlerimi kafama uyum sağlayacak şekilde neredeyse tamamen pullarla örtmüştür. Gördüğün gibi Allah beni yaratırken karşılaşabileceğim her durumu planlayıp en uygun şekilde yaratmıştır.
hayvanlar
Emre: Artık çevreme daha dikkatli bakıp, Allah’ın varlığının doğadaki apaçık delillerini görünce hamd ile yüce Rabbimiz’i tesbih etmeyi hiç unutmayacağım. Teşekkür ederim.
Bukalemun:  Hoşçakal Emre!
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemeza;
O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, Haberdar olandır.(En'am Suresi, 102-103)
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler (dersler) vardır...(Nahl Suresi, 66)